Gölgenin mekanı

makale, C. Yardımcı, F. Yürekli, İTÜ Dergisi, seri a, cilt 9, sayı 1, Mart 2010, s 16

Özet

Yaratık mimarisinde mekan ve beden kavramları devamlı birbirine dönüşmektedir. Gölgenin kaçınılamaz varlığı boşluk içerisindeki varlığı görünür kılar. Mekanda bir durumun simülasyonudur. Dönüşüm içerisinde rüya motivasyonundan söz edilmelidir. Tanımlayabildiğimiz durumlar; mekan, beden, davranış,vs bu ağ içerisinde kendi bireysellikleri ile vardır. Bireyselliklerini oluşturan kaynakları ileriye dönüktür. Hatırlamak ve unutmak, rüya durumunda bilinçaltına yerleşmiş insan bedeninin refleksif davranışıdır. Gölge, mekanı oluşturan ögeler hakkında ipuçları verir. Bir mecaz olarak pratikte ve teoride mimarlık durumunu belirginleştiren genetik karakter özelliği taşımaktadır. Yokluğun objeleşmesi mimarlık için önemli bir deneyimdir. Yokluk mimarlığın malzemesi olarak ele alınmıştır. Yokluğun izini kaynağından bağımsız bir gölge olarak objeleştirebiliriz. Mekansal kasılmalar bölümlerinde birer model olan kavramların oluşturdukları durumlar incelenmektedir. Kavram olarak ayna yansıtan yüzeyden farklı evrimleşmiş bir objedir. ‘Ayna’nın yeni oluşturduğu beden ve mekan kavramı ile pratik an içerisinde teorik bir deneyimle yüzleşebiliriz. İşlevsel yokluk objenin kendi kendisinin algısını kuvvetlendirmektedir. Bu da kimlik odaklı değil kişilik odaklı yeni bir işlevselliğe olanak verir. Mekan ve işlev, pratik ve teori; etki ve tepki olarak karşılıklı eşlenebilir. Bir fikirden farklı olan hayali bir etki fiziksel tepki ile yeniden oluşturulur. Refleksif bir davranış olarak bedenleşen hareket kişiselleşir. Rüya durumunun mimarlığı ve gerçeklik durumundaki mimarlık film medyasında kesişirler. Mimarlık durumunun varolabilmesi için gerekli olan pratik ve teorinin birbirine dönüşmesi labaratuar çalışmaları olarak film medyasında denenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Refleks, birbirine dönüşüm, yokluğun ‘obje’leşmesi, ‘beden’leşme, dayanak- kamera.

Shadow’s space

Extended abstract

In the architecture of `the creature` concepts of space and body constantly intermutate. The inescapable existence of the shadow reveals the net within void. Within this intermutation the dream’s motivation should be mentioned. Conditions that can be described– space, body, behavior, etc.– exist individually within this net-space. The sources and the act of remembering-forgetting which form their individualities are prudential. The shadow carries a genetic character that refines architectural condition as metaphor in practice and theory. Theory is practice and practice is theory. The shadow which exists through mutual effect, holds similar characteristics as the absence concept. ‘Object’ification of absence is an important experience for architecture. Absence is handled as the material of architecture. In order to experience anything’s own definition, and its own perception, we can dissociate this particular anything as a model to its different characteristics open to interaction and perception. We can ‘object’ify the trace of absence as a shadow, independent from its source. We are examining ‘the shadow’ (refraction, reflection, reaction, delay, echo…) and ‘to behave in language’ concepts within the film medium, in order to reveal the reading called ‘spatial contractions’ that holds expression and perception simultaneously. In these readings the subject, the character, situation, environment, media, viewer… as individual models become one body. The mirror as a concept is an evolved object not a reflective surface. We can face the new concept of body and space that `the mirror` develops detaching from its physical characteristics, as a theoretic experience within a practical moment. Once we separate its self-perception from the object, we can examine the interaction between the object’s image and behavior thus its evolution. Functional absence reinforces object’s perception of itself. This will allow for a new functionality which is not identity but personality focused. Space and function, practice and theory; can be matched reciprocally as action-reaction. An imaginary action which differs from an idea is recomposed by physical reaction. The architecture of the dream state and the architecture at the reality state coincide in the film medium. The intermutation of practice and theory which is essential for the existence of the architecture state is experimented with as laboratory studies in the film medium. Metaphor develops existence at every moment of encounter. In ‘Aynanın Ta Kendisi’ (Yardımcı, 2000) film, through the face to face placement of two mirrors, the absence concept becomes a body that questions the existence that mirrors leave out. The absence of the spaces’ main functions, brings forward their own existence. The video experiment, ‘Mekan Üzerine Bir Deneme’ (Yardımcı, 2005), as an archeological study, focuses on the documentation of the evolution and the performance of the space. It is an experiment that the individual would question their own freewill around the concepts of existence, body investigation, transformation, metamorphosis, demolition, autopsy. ‘Things’, the living entities, overlap their own particular forms and conditions with other images’ elemental forms and conditions. This documentary expression is the expression of perception of the self and the other explored in ‘The Film’ of Samuel Beckett (1964). In the film, the movement is introduced as object. Therefore its direction and motivation is formed. ‘Beden Monoloğu’ (Yardımcı, 2002) emerged as a mutual structure study. In the film, body is dissociated overlapping video’s positive and negative image character in order to allow it to filter. The similar ones will erase each other out, and the difference will become evident. Within the process of movement, movement’s genetic character will take form. In the film, contraction; creation of a true reaction due to an imaginary exterior action within body is questioned. We can arrive at the idea that reflex is a reaction oriented controlled sense to perceive for the body. Perception is detached from the body, and movement as a reflexive behavior begins to be ‘body’fied. In the film, ‘black’ and ‘white’ are empty stages. Human balance’s impromptu act is invisible within the gray tone. Due to the delay between the idea and the behavior ‘true shadows’ are formed. The face opens up a second perception frame within frame of perception. All of the mimics on the face are behaviors, expression of the internal. In this film the source which is stationary is invisible. In the film the body is the difference formed due to delay. The viewer perceives the difference as the object within the frame, and interacts with it. In the film, we come across with the ‘support camera’ that dissociates the links of the content and introduces new forms, subjective rules. The object is related to the exterior and to the whole. Due to the relation between two ‘thing’s, the value of the whole changes constantly.

Keywords: Reflex, intermutation, ‘object’ification of absence, ‘body’fication, support camera.

Giriş

Gölge mimarlık strüktürünün karakteridir. Bir mecaz olarak pratikte ve teoride mimarlık durumunu belirginleştiren genetik karakter özelliği taşımaktadır.

Mimarlık durumunun, pratik ve teori olarak ayrıştırılmaması gereklidir. Teori pratiktir, pratik teoridir. Gölge kavramını çevremizde gerçekleşenlerin mimarlığa ait özelliklerini belirginleştirmek için kullanıyoruz.

Gölge (kırılma, yansıma, tepki, gecikme, yankı…) ile dil içinde davranmak kavramlarını film medyası içerisinde ‘mekansal kasılmalar’ adını verdiğimiz anlatım ve algılamayı eş zamanlı barındıran okumayı ortaya çıkartmak amacıyla irdeliyoruz. Bu okumalarda konu, karakter, durum, ortam, medya, seyirci… tek bir beden oluşturmaktadır.

Mekan, beden ve davranış (ağ)

Gölgenin kaçınılamaz varlığı boşluk içerisindeki ağı görünür kılar. Mekan, beden ve davranış bir yaratık kavramı içerisinde bütünleşir. Birbirini dönüştürür. Etkileşim ile varolan gölge, yokluk kavramı ile eş özellikler barındırmaktadır. Belirli bir şeyin yokluğundan bahsedebildiğimiz çevrede yokluğun kendi başına tanımlı hale gelmesi mümkündür. İşaret ettiği şey bilinç altına saklanabilir, unutulabilir ve hatırlanabilir. Yaratık mimarlığı içerisinde gölge ve yokluğun objeleşmesi, beden kazanması mimarlık için önemli bir deneyimdir.

Yokluk ile tanımlamak

Mimarlığın tartışılan, üzerinde düşünülen, kullanılan malzemesi yokluktur. Bir şeyin yokluğu kendisini daha belirgin hale getiriyor, ve ardında bıraktığı boşluğu bir ize indirgiyor. Herhangi bir şeyin kendi tanımını, kendi kendisinin algısını deneyimleyebilmek için bu belirli herhangi bir şeyi bir model olarak, etkileşime, algıya açık farklı karakterlerine ayrıştırabiliriz. Yokluğun izini kaynağından bağımsız bir gölge olarak objeleştirebiliriz.

Obje, düşündüğümüz ve, veya üzerinde konuştuğumuz herhangi bir şey, oluşum, kapsamdır.

Obje’yi tanımlarken bir durum veya objenin varolabileceği mümkün durumların farkına varıyoruz. Objeden kendi kendisinin algısını koparttığımızda objenin evrimleşmesini, görüntüsü ile davranışının etkileşimini inceleyebiliyoruz.

Örnek: Ayna, cam ve karanlık fiziksel niteliklerinden bağımsızlaşmıştır, ve insan davranışının giydirilmesi ile objeleşmiştir. Bu obje yer, mekan ve kullanımına bağlı olarak evrimleşmektedir.

Mecaz her karşılaşma anında varlık oluşturmaktadır. Mecaz olarak fiziksel özelliklerinden bağımsızlaşan ‘ayna’nın yeni oluşturduğu beden ve mekan kavramı ile pratik an içerisinde teorik bir deneyim olarak yüzleşebiliriz.

Mekansal kasılmalar 1

‘Aynanın Ta Kendisi’ filminde iki aynanın yüzyüze öpüştürülmesi ile yokluk kavramı dışarıda bıraktığı varlığı sorgulayan bir bedene dönüşmektedir.

‘Aynanın ta kendisi’ (Yardımcı, 2000) filminin giriş bölümünde değişik bakış açılarından oluşan kolaj tek bir görüntü içerisinde tekrar eden okumalara olanak sağlamaya çalışmaktadır.

İnsanı evrenin merkezi olarak yorumlayan perspektif anlayışından kaçış noktasının ufuk çizgisinde odaklanmasına kişisel perspektif gizli ama sosyal bir anlayış geliştirmiştir. Görüntü ve seyirci iletişimi dolayısıyla görüntü tekrar tekrar üretilmektedir. Bu oluşan algı içerisinde çoğulcu, farklı odaklar oluşturmaktadır. Birey farklı odakların varlığı ile bilincini oluşturur.

Mekansal kasılmalar 2

Mekanların ana işlevlerinin yokluğu, kendi varoluşlarını ön plana çıkartır.

‘Mekan Üzerine Bir Deneme’ (Yardımcı, 2005) bir metropolün sosyal ölçekte detayını oluşturan mekan grubunun ‘şu an’ içerisindeki durumu üzerine bir denemedir.

Yüzeyde oluşan eşik ve içerik.

Yıkımı söz konusu olan bu mekan grubu 20 senenin üzerinde işlevsiz, terk edilmiş, boş durmaktadır. Video denemesi arkeolojik bir çalışma olarak mekanın kendi evrimi ve performansını belgelemeye odaklanmaktadır.

Duvar yüzeyleri zaman içerisinde aşınmaya uğramıştır. Bu dönüşümlerin birbiri içine geçen katmanların etkisi ile düşşel bir mekan yaratılmak istenmiş ve bireyin etkisi sorgulanmaya çalışılmıştır.

Belgelemek, varlık, kristalize, beden araştırması, dönüşüm, değişim, yıkım, otopsi kavramları etrafında bireyin özgür iradesini sorgulayacağı bir denemedir.

Mekan-beden-performans ve güncel-doğal-durum ve tarih otopsilerinin eş zamanlı ele alınmaları, kimliğini degil kişiliğini ortaya koymasını amaçlamaktadır.

İç ve dış, işlev (konser salonu) ve şantiye, sahne ve seyirci mekanı, gündüz ve gece, geçmiş-gelecek ve şu an birbirlerinden kopartılarak vurgulanmaktadır.

Gölge ve madde

Gölge, kendini oluşturan etkenlerin bloke edildiği, filtrelendiği bölgedir, mekandır. Gölge mekan içerisinde bir durumun simülasyonudur.

Gölge kavramını çevresinde meydana gelen etkileşimi inceleyebileceğimiz bir model olarak kullanıyoruz. Rüya motivasyonu dolayısı ile kaynağını ileriye dönük kurgulayan bir olgu, oluşum olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gölge ‘şey’lerin durumu ile olanakları, sanallıkları arasındaki geçişi ifade eder (Deleuze, 1986).

Mekansal kasılmalar 3

Samuel Beckett’in ‘The Film’inde (Beckett, Schneider, 1964) iki karakter vardır; biri ‘O’ (obje); diğeri ‘E’ (‘eye’, göz). Obje ve algı-göz filmin bedeninde obje ve kamera ile bütünleşmiştir. ‘O’ Buster Keaton tarafından oynanmakta, ‘E’de kamera tarafından oynanmaktadır. ‘O’dan kişisel algı kopartılmıştır. ‘E’ kamerada ‘O’nun kişisel algısını yansıtmaktadır. ‘The Film’deki ‘O’, obje subjektifliğini reddetmekte ve kendisini kendisinden kurtarmak için davranmaktadır.

Adam, kameranın bakışı ile kendisi arasındaki açının sadece belirli bir noktayı aştığında izlendiğinin farkına varmaktadır. Bu belirli açı bilinç ile bilinçaltı arasındaki sınırın esnekliğini mecazi olarak ortaya koyar. Bu sınır uyarıldığında adam kameraya karşı kendi içine sığınır ve
kamera da bir kez daha algılanmamak için bakış açısını ayarlar. Bu davranış içerisinde olmak, görüntü halinde olmak, görüntü olmak ile aynı zamanda algılanmak ve algılıyor olmaktır.

Filmin ilk sahnesi olan yürüme sekansında üç nitelikte görüntü portresi yer alır: davranış görüntüsü, algı görüntüsü ve etki görüntüsü. Keaton’un yürüyüşü algı görüntüsünün etki görüntüye dönüşmesidir. ‘E’ adamı odaklandığı bir obje olarak incelemektedir. ‘O’nun gözünden hatırlatmalarına yer vermiştir. Kamera hiçbir zaman algılanan ‘O’nun önüne geçmez. Kameranın bilinçaltı ‘O’ buna izin vermez.

Referanslarını ‘O’dan alan kamera, ‘O’nun durumlarını ortaya koyan devamlı algılayan bir bakış açısıdır. Bu kurgulanmış bir medyanın belgesel bir alt yapıya dayanmasıdır.

Şey’ler yaşayan varlıklar, kendi belirli formlarını ve durumlarını diğer görüntülerin temel formları ve durumları ile örtüştürürler. Bu belgesel anlatım bu filmde kendi kendinin algılanması ve keşfettiği diğerinin anlatımıdır.
Filmde hareket obje olarak ortaya konuyor. Dolayısıyla yönü ve motivasyonu oluşuyor. Algılarken kafamızda oluşturduğumuz görüntüler birleştiğinde davranışla hareket arasındaki fark belirginleşiyor.

Obje algı

Obje ile algı, düşünmek ile davranmak arasındaki esnek sınırda kendi kendinin algısı kaçınılmazdır.
‘Var olmak algılanmaktır’ (Berkeley, “esse est percipi”).

Mekansal kasılmalar 4

Mimari refleks kavramı kapsamında ‘davranış’ı düşünce ile, ‘düşünce’yi davranış ile giydirirken ortak bir strüktür denemesi olarak ‘Beden Monoloğu’ (Yardımcı, 2002) ortaya çıktı. Filmde beden, filtrelemesine olanak verecek şekilde videonun pozitif ve negatif görüntü özelliği ile örtüştürerek ayrıştırılmaktadır. Benzer olanlar birbirini siler, fark belirginleşir. Hareket süreci içerisinde hareketin genetik niteliği formlaşır.

‘Beden Monoloğu’ hayali bir etki üzerine vücudun ona karşı oluşturduğu gerçek tepki, kasılma üzerine kurgulanmıştır. Aynı zamanda gerçek bir tepkide bulunduğu hayali dış etkinin beden içinde yaratılması sorgulanmaktadır. Refleksin, kontrol edebildiğimiz bedenin bir algılama yolu olduğu
fikrine varabiliriz. Algı bedenden çıkartılıyor, refleksif bir davranış olarak hareket bedenleşmeye başlıyor.

Filmde ‘siyah’ ve ‘beyaz’ boş birer settirler. Düşünmek eylemi, tartmak ve denge kurmaktır. İnsan dengesinin doğaçlama kanunu gri ton içinde görünmez haldedir. Düşünce ve davranış arasındaki gecikme dolayısı ile ‘gerçek gölgeler’ oluşmaktadır. Yüz çerçeve algısı içinde ikinci bir algı çerçevesi açmaktadır. Yüzdeki bütün mimikler bir davranış, içsel olanın dışavurumudur. Bu filmde durağan olan kaynak görünmez haldedir. Algılamak için konsantre olduğumuz obje gizli olarak çerçeve içindedir. Ve sadece davranış, hareket halinde iken direkt değişimi algılarız. Fark öncesinin ve sonrasının aynı karede olması nedeni ile daha da vurgulanmaktadır. Seyirci farkı çerçeve içindeki obje olarak algılar, onunla ilişki kurar. Filmde beden gecikme dolayısı ile oluşan farklılıktır.
Benzerlikler dolayısı ile bedenin görünmez olması ikinci bir bedeni, giysi bedeni ortaya çıkartır: Bedeni sıvısal bir şekilde sarmalayan mekan, şehir.

Film bedeninde içeriğin bağlantılarını koparan ve yeni formlar oluşturan dayanak kamera karşımıza çıkar.

Beden reflekslerini kontrol etmeye çaba gösterir. Çünkü kendisini yok edip bedeninin dışına taşabilmektedir, çevresinin kişiliğine bürünebilmektedir. İlişkiler tekil objeler ile ilgili değildir, obje dışarısı ile ilgilidir, bütün ile ilgilidir. Beden monoloğu bu değişimin arkasındaki içerikler arasındaki diyaloglar üzerine temellenmiştir. İki ‘şey’ arasındaki ilişkiden dolayı bütünün değeri her an için tekrar tekrar değişmektedir.

Sonuç

Gecikme ve dönüşüm

Olandan olmayanı, olmayandan da olanı beynimiz tek bir gerçek görüntüye tamamlamaktadır.
“-‘Tekrar yazmak, yalan söylemektir, kendi fikrine ihanet etmektir.

-Tekrar yazmak sansürlemek midir?” (Crononberg, D., Naked Lunch.)

Düşünsel sistemlerin önemli özelliği değişime bağlı olarak gelişmesidir. Bu gelişim sırasında sınır kavramı mantık içeren genetik bağlar ile tanımlanmaktadır. Bu tanım açık sistemin hareketli bir davranışıdır.

Kaynaklar

Bergson, H., (1991). Matter and Memory, MIT Press.
Crary, J., (1992). Incorporations, Zone 6, Zone Books.
Deleuze, G., (1986). Cinema 1, University of Minnesota Press.
Marks, L. U., (2002). Touch, University of Minnesota Press.
Samuel, B., (1984). The Collected Shorter Plays of Samuel Beckett, Grove Press.
Schwab, M., (2000). Escape From The Image, The Brain Is The Screen, University of Minnesota Press.
Yürekli, H., Yürekli F., (2004). Mimarlık Bir Entelektüel Enerji Alanı, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları.

Yorum bırakın